Yargı Bağımsızlığının Temel Kurumu
HÅKİMLER VE SAVCILAR
YÜKSEK KURULUNUN
SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Dr.Uğur İBRAHİMHAKKIOĞLU
Bütün modern anayasalarda devletin üç ana erkinden biri olan yargının Türkiye'deki problemleri,
toplumun bütün kesimlerinde sürekli şekilde tartışma konusu yapılmaktadır. Bu tartışmaların en fazla
odaklaştığı kurum ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur.
Toplumun temel dayanaklarından biri olan adalet kavramı, somut işlevini yargı erkinde
göstermektedir. Kişilerin ve kurumların birbirleriyle ve devletle aralarındaki ihtilafları çözmek ve
toplum düzenini bozan suçlara ceza vermekle yükümlü yargı erki, bilindiği gibi, mahkemeler ve onların
ayrılmaz parçası olan savcılıklar ile barolar, noterlikler ve bağlı birimlerinden oluşur. Devlette bu gücü
çalıştıran ana insan unsuru, hakimler ve savcılardır. Hakimlerin ve savcıların bağımsız olması, yani
devletin öteki güçleri olan yasama ve yürütmenin emir ve etkisi altında bulunmaması, yargının olmazsa
olmaz şartıdır. O sebeple bütün çağdaş ve demokratik hukuk düzenlerinde ve sistemlerinde, yargının
bağımsızlığı belirlenmiş ve güvence altına alınmıştır.
Peki hakimler ve savcılar, yasamanın (parlamento) ve yürütmenin (hükümet, idare) emir ve
yönetimi altında olmadığına göre, özlük işleri nasıl görülecektir ? Onları mesleğe kim alacak, kim
atayacak ve yer değiştirecek, meslekte yükselmeleri, disiplin işlemleri, değerlendirmeleri,
gerektiğinde meslekten uzaklaştırılmaları ve yüksek mahkemelere seçimlerini kim yapacaktır ? Bu
konuda dünya anayasalarında ve hukuk düzenlerinde çeşitli sistemler vardır. Bu işlerin yine kendi
içlerinden seçilmiş yüksek yargıçlardan oluşan kurullarca; parlamento, kral-kraliçe yada devlet
başkanınca; hükümetçe; yüksek mahkemelerce yada bu birimlerden seçilmiş karma kurullarca
yapıldığı görülmekte, bazen de halk tarafından seçilmektedir. Bu sistemlerden bazıları ilk bakışta yargı
bağımsızlığına aykırı gibi görülebilirse de o ülkelerde fevkalâde işleyebilmekte, hiç bir haksızlığa ve
endişeye yer bırakmaksızın uygulanabilmektedir. Fakat bu olgu, aynı sistemin Türkiye'de de aynı
mükemmellikte işleyebileceği anlamını taşımaz. Devlet başkanlarınca atanıp görevden alınabilen
başsavcıların bulunduğu Avrupa ülkelerinde kimin hangi yıl başsavcı olacağı önceden bilinmekte ve
hiçbir devlet otoritesinin aklına yetkisini kullanıp, durup dururken bir başsavcıyı yada yüksek yargıcı
görevden almak gelmemektedir. Esasen toplumun yerleşmiş kuralları ve gelenekleri böyle bir
skandala izin vermez. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte geçtiğimiz yeni hukuk düzenimizde henüz ne yazık
ki böyle köklü gelenekler üretemedik ve bunları aydınlarımıza ve halkımıza kazandıramadık. Her
gelen iktidarın kendi siyasi tercihleri doğrultusunda hakim ve savcı kararnamesi hazırlayabildikleri
yıllar, henüz hafızalarımızdadır... İşte böyle bir tabloda Anayasamızın 159. Maddesiyle kurulan
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yargı bağımsızlığı yönünden hem hakim ve savcılar için, hem
de onların davalarına baktıkları vatandaşlar için ne ölçüde teminat olabildiği, yıllardan beri
sorgulanmaktadır.
Ve yıllardan beri bu kurul, şu ana noktalarda eleştirilmektedir :
1- Kurulun başkanı, siyasi iktidarın bir unsuru olan Adalet Bakanı, tabii üyesi de onun paralelinde
olması yönetimin gereği ve doğası olan müsteşardır. Gerçi diğer beş üye Yargıtay ve Danıştay'dan
seçilmiş yüksek yargıçlar olması nedeniyle siyasi iktidarın gücü kurulda azınlıktadır; ancak yargı
teşkilatı üzerinde bu derece etkili ve işlevsel olarak yetkili bulunan iki siyasi zatın hakim ve savcıların
kaderi üzerinde söz sahibi olabilmesi, yargıç güvencesini esastan zedelemektedir.
2- Kurul doğrudan icrai bir yetkiyi haiz değildir. Adalet Bakanlığı ne hazırlayıp önüne getirirse onun
üzerinde çalışmaya adeta mahkûmdur. Gündemi de bakanlık tespit eder. Ortak çalışma bir ölçüde
karşılıklı tavizleri zorunlu kılmakta, bu dahi, hakim ve savcılar için bir tedirginlik sebebi olmaktadır.
3- Hakim ve ve savcılar hakkında inceleme, denetleme ve soruşturma yapan Teftiş Kurulu, Yüksek
Kurula değil Adalet Bakanlığına bağlıdır. Adalet müfettişleri bakandan emir alır ve onun iradesiyle
çalışırlar. Böyle olunca hakkında işlem yapılan ve denetlenen bir yargının siyasi baskı duymaması ve
kendisini güven içinde hissetmesi mümkün değildir.
4- Aynı şekilde özlük işlerini yürüten Personel Genel Müdürlüğü de Yüksek Kurula değil Adalet
Bakanlığına bağlıdır. Hakim ve savcıların bütün şahsi işlemleri burada yapılır. Yüksek Kurulun
gündemi burada hazırlanır. Tabiri caizse burası Yüksek Kurulun mutfağıdır ve mutfak siyasi iradeye
tabidir... Bu, bilinen halk deyimi ile davulun başkasının boynunda, tokmağın ise başkasının elinde oluşu
demektedir.
5- Kurulun seçilmiş üyelerinin de tümü, Cumhurbaşkanınca tercih edilmektedir.
6- Ve nihayet bu Yüksek Kurulun aleyhine yargı yoluna gidilemez... En tali memurlara bile hukukun
tanıdığı bu doğal hak, hakim ve savcılardan esirgenmiştir.
Aslında Türk yargısının sorunu demek, sadece hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu
demek değildir... Yargının sayısız sorunları vardır ve kurul o sorunlardan sadece birinin, bağımsızlık ve
güvencenin, sadece bir cephesidir. Eğitim, ihtisaslaşma, yetişme, insan unsuu, karakter, ananeler,
sosyal haklar ve refahın temini de bağımsızlık ve güvenceyle ilgili problemlerdir. Ondan da öte, yargı,
başka sorunlar da taşımaktadır. Parasal imkansızlıklar, araç, gereç, bina ve malzeme sefaleti, personel
kıtlığı, adli kolluk ve resmi bilirkişilik kurumlarının eksikliği, kanunların dağınıklık ve çokluğu, belli bir
teşkilat sisteminin kurulamayışı, icra ve infaz kurumlarının acz ve sıkıntıları v.s. v.s.
Biz bugün burada bu sorunlardan sadece birini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu konu
ediyoruz. Yargıyı tam olarak teşhis masasına yatırabilmek için, ilerde diğer sorunları da incelemek ve
irdelemek gerekecektir.
Yüksek Kurulun oluşumu üzerine bilen-bilmeyen herkes eleştiriler yağdırmakta, modeller
üretmektedir. Ancak bu modellerin bazıları geçmişte denenmiş, tam aksi sonuçlar vermiş, bazıları en
uygar ülkelerde bile ütopya olmaktan ileri gidememiş, bazıları Türkiye'nin koşulları ve insan unsuru
özellikleri sebebiyle yargıya yarardan çok zarar getirir nitelikte olmuş ve bazı teklifler de, sistemin
ihtiyaçlarının tam olarak bilinmemesinden, bu konuda hiçbir deneyim ve uygulamaya sahip olmamış
bulunmaktan kaynaklanmıştır.
Bize göre durum şudur :
1- Bu kurulda üyelerin bazıları asıl, bazıları yedek olarak seçilmektedir. İlk yanlışlık buradadır. Aynı
yüksek mahkemenin aynı seviyede bulunan yüksek yargıçlarından bir kısmı diğerinden daha alt sıfatla
görev yapamazlar. Kurul üyeleri aynı sıfatla seçilmeli, toplantıların mazaretlere rağmen sürdürülmesi
için belli bir nisap belirtilmelidir.
2- Kurula seçilecek üyelerin üç aday olarak yüksek mahkemelerin genel kurullarınca belirlenip,
bunların içinden birinin Cumhurbaşkanınca seçilmesi usulü, yüksek yargıya yakışmayan çok üzücü
olaylara, kırılışlara ve davranışlara sebep olmakta, ayrıca tarafsızlık ve güvence kavramları ciddi
şekilde zedelenmektedir. Üyeler genel kurullarca doğrudan seçilmeli, ancak ayrıca Cumhurbaşkanı da
kurula yüksek mahkemelerden doğrudan bir veya birkaç (benim düşünceme göre üç bölüm için üç) üye
seçmelidir.
3- Yargının en yüksek kurumlarından biri olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna devletin
öteki erklerinden yürütmenin bir üyesi olan Adalet Bakanının başkanlık etmesi yargıyı incitir.. Bu, bir
erki, öteki erkin tahakkümü altına sokmaktır ve kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırıdır. Bu kurulun asıl
başkanı, devletin başkanı olan(dolayısıyla devletin bütün erklerini temsil eden) Cumhurbaşkanı
olmalıdır. "Cumhurbaşkanı da yürütmenin başı değil midir?" gibi bir düşünüş, yargı erki için pratik bir
yararı yok eder. Böyle bir başkanlık, yargıyı hem onore eder, hem de yargının çeşitli sorunlarını
çözmede büyük bir imkân sağlar. Kurul ayrıca kendisine kendi içinden bir başkanvekili de seçer.
4- Kurul; idari yargı hakimlerine, adli yargı hakimlerine ve cumhuriyet savcılarına bakan üç
bölümden oluşmalıdır. Şu anda, hayatında bir gün bile savcılık yapmamış ve hatta bir savcı ile beraber
çalışmamış bir kurul üyesi, savcıların kaderini tayin etmektedir... Yine aynı şekilde ömründe kadastro
kanunu görmemiş bir üye de bir kadastro hakimini değerlendirebilmektedir. Bilgi çağında böyle bir
tablo savunulamaz. Eski ve mülga Yüksek Hakimler Kurulunda bölümler, işlevsel olarak (atama, terfi,
disiplin) işbölümü yapıyorlardı. Biz, ihtisasa göre işbölümü teklif ediyoruz. Bu da yargıç güvencesinin
bir unsurudur. Kafamızı hep siyasi baskıya takıp kalmayalım...
5- Bölümler mesela dokuzar kişiden oluşabilir ve yedişer kişi ile toplanarak görev yapabilir.
Üyelerin içlerinden en kıdemlisi bölüm toplantılarına başkanlık eder. Danıştay Başkanı idari yargı
bölümüne, Yargıtay Başkanı hakimler bölümüne ve Yargıtay C.Başsavcısı da C.Savcıları bölümüne
istedikleri takdirde katılabilir, başkanlık eder ve oy kullanırlar. Yani Cumhurbaşkanı nasıl yüksek
kurulun asıl başkanı ise, Yargıtay ve Danışkay Başkanları ile Cumhuriyet Başsavcısı da bölümlerin
asıl başkanıdır. Yargıtay üyeleri hakim ve savcı bölümlerinin birlikte toplanması ile, Danıştay üyeleri
de idari yargı bölümünce seçilir. Yargıtay üyelerinin toplantıya Yargıtay Başkanının, Danıştay
üyelerinin seçimlerinde toplantıya Danıştay Başkanının başkanlık etmesi şarttır. Başsavcılar da bu
toplantılara birinci üye olarak katılır ve oy kullanırlar.
6- Bölümlerin dokuzar üyesinden birer adeti Cumhurbaşkanınca seçilir. Kalan 8'er adedi idari
yargıda Danıştay Başkan ve üyelerinden, adli yargıda Yargıtay Başkan ve üyelerinden genel
kurullarınca seçilir. Savcılara bakan bölümün dört üyesi, en az 15 yıl C.Savcılığı ya da İl
C.Başsavcılığı; dört üyesi de aynı süre adalet müfettişliği yada bakanlık üst düzey yöneticiliği yapmış
Yargıtay üyeleri içinden seçilmelidir.
7- Adalet Bakanı siyasi iktidarın temsilcisi ve devletin adalet politikasını düzenleyen hükümet
üyesi olarak böyle bir kurulda hiç yer almamalı mıdır ? Bizce sıfatı, o kurulda "savcılık" görevi
üstlenmesidir. Evet, Adalet Bakanı, bizzat yada görevlendirdiği müsteşarı vasıtasıyla veya
müsteşarıyla birlikte kurulun bütün bölüm ve genel toplantılarına katılabilir; yazılı veya sözlü
taleplerde ve açıklamalarda bulunabilir, ilgili hakim ve savcı hakkında delil ve belge ibraz edebilir,
hükümetin sıkıntılarını dile getirebilir, teklifler, tavsiyeler yapabilir. Yani tıpkı bir ceza
mahkemesindeki savcı konumundadır. Talep eder, demokratik bir düzende de buna hakkı vardır.
Hatta bir ülkede eğer Adalet Bakanlığı varsa, bu onun en tabii görevidir. Ancak oy veremez, karara
katılamaz. Talebini yapar ve ayrılır. Bölüm bir karar verir.
8- Bölüm kararlarına karşı Adalet Bakanının, ilgili hakim ve savcının ve hatta şikayet eden
kimsenin itiraz hakkı olmalıdır. İtirazlar, belli bir nisap dahilinde, bütün bölümlerin bir araya gelip
toplanması ile incelenir. Birinci müzakerede üçte iki çoğunluk sağlanmazsa ikinci müzakerede salt
çoğunlukla karar verilir.
9- Şimdi sıkı durulmalıdır ki ilk duyuşta hemen itiraz edilebilecek bir norm, aynen muhafaza edilsin :
Yüksek kurul kararlarına karşı ayrıca yargı yolu olmaz !.. Bunu düşünenler, bu kurulda nelerin
konuşulup görüşüldüğünü de düşünmelidirler. Bu kurulda bir hakim ve savcının en özel hayatı, gizli
sırları, mesleki yeteneği, arkadaşlarıyla, taraflarla, personelle ve halkla ilişkileri, yani asla bir idari
dava dosyasına yansıyıp duruşma konusu yapılması mümkün olmayan sırları görüşülmektedir. Bu
sırlar, bu kurulda, o hakim ve savcının meslektaşı, büyüğü, ağabeyi, ablası olan yüksek yargıçlar
tarafından, belki birlikte çalıştıkları ve ileride yine birlikte çalışacakları kişiler hakkında
görüşülmektedir. (kurulun ne iş yaptığını bilemeyen bazı akademisyenler; toplantıların açık olmasını
savunacak kadar fanteziye düşmüşlerdir. Böyle bir konuyu açıkta kim konuşup tartışabilir ?..) Şimdi
bunların davaya yansıması, yargıyı da, yargıcı da, çevresini de, hatta kurulu da yıpratmaktan başka
hiçbir işe yaramaz... Yaramaz, çünkü yargı yolu, bir idari işlemin hukuka aykırılığı halinde ilgilinin
mutazarrır olmaması için işin yargıç önüne götürülmesidir... Olay zaten yüksek yargıçlar önünde
değerlendirilmektedir!.. Yüksek kurul her ne kadar yüksek yargıçlardan oluşmakta ise de idari bir
görev yaptığı, çünkü hakim ve savcıların özlük ve disiplin işlemlerinin adli değil idari bir görev olduğu
ileri sürülmüştür. Halbuki değildir. Yüksek Kurulun yaptığı iş belki normatif olarak idaridir, ama
hakkında hüküm verdiği kişiler hakim ve savcı, hüküm verenler yüksek mahkemelerin bu iş için
seçilmiş yüksek yargıçları, raportörleri hakim, evraklar dava dosyası tarzında ve uygulanan usul de bir
üst mahkeme müzakeresi şeklinde olduğuna göre iş, adeta adli bir veçhe kazanmaktadır. Doğrusu,
Yüksek kurulun işlevi ne tam idari ne tam adli niteliktedir; suigeneris, kendine özgü bir görevdir. Yargı
yolunun da kendine özgü olması gerekir, bu da itirazdır. İtirazı inceleyen yirmi küsür yüksek yargıcın
içinde aynı ihtisasa sahip olanlar vardır; İdari yargının en üst kademesi olan Danıştay'dan seçilmiş
olanlar vardır, hele uygulanan usul de sav-savunma-yargı üçlüsüne uygun şekilde bir dava formunda
düzenlenip ilgililere savunma hakkı da verilirse, artık neyin yargı yolu düşünülebilir ? Yirmiden çok
seçilmiş yüksek yargıcın savunma teminatını sağlayan bir usul altında incelemesinin, yargı yolu olarak,
danıştay'ın bir dairesinden hukuken ne eksikliği olabilir ?
Kaldı ki adli yargı, bugün Türk yargı sisteminin en az 9/10'unu teşkil etmektedir. Bu kadar büyük
çoğunluğu teşkil eden bir yargı kanadının mensupları hakkında son sözün söylenmesi, 1/10'u teşkil
eden diğer kanada (idari yargı) bırakılması, azınlığın kahir çoğunluğa mafevk olması gibi hukuken de,
mesleki kurallar ve değerler ölçüsünden de terviç edilemeyecek sonuçlar doğurur: İdari yargı, idarenin
işlem ve eylemlerinin yasal denetim merciidir, adliyenin ve adli yargının denetim mercii kılınamaz.
Yargıtay'da birkaç arkadaşımızla hazırladığımız Anayasa Yargı Bölümü Taslağının H.S.Y.K.na
ilişkin maddesi, bu görüşlerimizi büyük ölçüde yansıtmakatdır. Ancak o bir ortak çalışma ürünü
olduğundan, şüphesiz bazı hükümler oybirliğine değil oyçokluğuna dayanmakatdır. O nedenle çelişkili
görülecek yargı yolu konusunda kişisel inancımız budur.
10- Nihayet bu kurul, elbette teftiş heyeti ve özlük işlerine bakan sekretarya ile teçhiz edilmelidir.
Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü hakimler ve savcılar dışındaki adli personele bakmalı,
teftiş kurulu da hakimler ve savcılar dışındaki adli faaliyet ve işlemleri denetlemeli, ancak "iç-içe"
görevler sebebiyle bir Adalet Bakanlığı müfettişi bir hakim ve savcı hakkında olumlu-olumsuz bir
kanaat edindiği yada soruşturmayı gerektirir bir olaya rastlandığı takdirde durumu Yüksek Kurula
rapor etmelidir.
11- Yüksek kurulun ilke kararları yine üç bölümün toplanması ile ele alınmalıdır.
12- Detaya dair düzenlemeler ilgili yasaya bırakılmalı, ancak yukarıdaki esaslar Anayasa'nın
yeniden düzenlenecek 159. Maddesinde yer almalıdır.
Ülkemizin koşullarına uygun bir hakimler kurulunun en ideal ölçüleri budur. Böyle bir kurul
rasyonel şekilde, tarafsızlık ve bağımsızlık içinde çalışabilir ve hizmet verebilir. Ancak kurulun en
uygun şekilde oluşumu bile Türkiye'de hakim ve savcı teminatını tam olarak sağlayamaz. Bunun, çok
tartışmalara neden olacağını düşündüğüm halde olmazsa olmaz olarak gördüğüm şartı, coğrafi yer ve
görev teminatıdır... Bu sistemin cumhuriyetimizin ilk yıllarında uygulanması adil değildi, çünkü ozaman
İstanbul bir cennet, Pendik'ten ötesi de hep mahrumiyetti. Bugün küçük Anadolu ilçelerinde
restoranlar karides sunabiliyor, 500 Sel Mercedes satılıyor ve bugün artık cehennem, büyük
şehirlerdir...